Yeni çıkan bir kitap, insanı taze bir umut gibi sevindirir.
Atasoy Müftüoğlu’nun her bir kitabı çıktığı zaman ben de bu şekilde seviniyorum. Zira o düşünce ikliminden damıtılmış satırlar, beni yeni ufuklara, yeni düşüncelere davet ediyor. Müftüoğlu’nun her bir kitabı, üzerinde fikir gemimi yüzdüreceğim uçsuz bucaksız bir okyanus gibi önümde duruyor.
Atasoy Müftüoğlu’nun yeni kitaplarının Mahya Yayıncılık tarafından neşredileceği daha önce duyurulmuştu. Putlarını Kıramayan Kabileler’den sonra Mahya’dan çıkan ikinci kitap, Tarihin Taşrasında Yaşamak oldu. Müftüoğlu bu kitapta da, güncel olayların sınırları içerisinde kalmadan hâlimizi değerlendirmenin yanında, 15 Temmuz gibi son dönemlerde yaşadığımız büyük olaylara ve kırılmalara değinerek bunların altyapısını hazırlayan nedenleri ele alıyor. Kısaca, her zaman söylediği gibi; “neler oluyor” diye sormuyor, “neden oluyor” sorusuna cevap arıyor.
İslâm’ı hakkıyla temsil etmek
Müftüoğlu’na göre bizim bugün kullandığımız din dili, günümüze hitap etmiyor. Zaten bu tespiti destekleyici şekilde, nerede bir İslâmî program görsek, sürekli tarihe atıfta bulunuyor. Kitabevlerinde İslâmî kitaplar, tarih kitaplarıyla aynı rafta veya yan yana satılıyor; İslâm, sadece tarihin bir alt konusuymuş gibi davranılıyor. Oysa tarih ayrı bir disiplindir ve üzerinde titizlikle durulması gerekir; İslâm ise bir bütünlüğü, müstakil bir sistemi ifade eder. Bu yanlış algının altında bilinçli veya bilinçsizce yatan sebep, İslâm’ın bugünü değil, geçmişi şekillendiren bir din olduğu inancıdır. Oysa Müslüman olmak, tüm zamanları kapsayıcı ve kuşatıcı bir dil inşa etme sorumluluğunu omuzlarımıza yüklüyor. Eğer bunu yapmazsak, tarihin ancak taşrasında kendimize bir yer edinebiliyor ve orada geçmiş başarılarla avunup duruyoruz.
Bugün küresel boyutta yaşanan değişimler, aslında biz Müslümanlar tarafından daha akıllıca kullanılabilirdi. Örneğin iletişim alanında yaşanan devrimler, zaten bir ümmet olma bilincine sahip Müslümanların, daha kolay haberleşebilmesine ve organize olmasına vesile olabilirdi. Fakat ne yazık ki bugün, internete dair bir dil, bir kullanım yöntemi, hatta sevdiğim tabirle bir “sosyal medya ilmihali” oluşturamadığımız için, internette de İslâm’ı sadece geçmiş güzel örnekler üzerinden temsil edebiliyoruz. Bu da bizi bir gettolaşmaya, dolayısıyla sürekli savunma pozisyonunda kalmaya itiyor. Değerlerimizi savunalım derken, muhafazakârlaşıyor ve inançlarımızı donduruyoruz. Bu da bir yöntemdir; fakat sürekli savunma hâlinde kalıp, elindekini korumaktan başka bir amaç düşünemez hâle gelmek, bir zaman sonra elde kalanların korunmasını da zorlaştırır. Burada bize düşen, Müftüoğlu’nun deyimiyle, “İslâm’ı geçmişin duygusal mirası olarak yaşatmak” değil, “21. yüzyılda İslâm insanların dikkatine nasıl kazandırılabilir” sorusuna bir cevap bulmaktır.
Bir ihanetin arka planı
Yukarıda belirtilen savunma pozisyonu ve bunun sebep olduğu muhafazakârlık, günümüzde kurumsallaşarak yayılmayı sürdürüyor. Düşünen, sorgulayan ve üreten bir yapı olması gereken cemaatler ve tarikatlar, maalesef düşündürmemek ve ürettirmemek için faaliyetler gösterebiliyorlar. Müslümanın bireye verdiği kıymet bu yapılarda yok sayılabiliyor ve Müslümanın iradesi göz ardı edilebiliyor. Bunun yerine tek bir ağızdan çıkan, tek bir kitaptan okunan fikirler, tüm bireylerin zihnini şekillendiriyor. Bütün bunların serbestçe yapılabilmesi için de akıl yok sayılıyor ve hatta kötüleniyor. Eleştirel düşünceye kapalı bu yapılarda birey, fikirlerin değil, sloganların sözcülüğünü yapıyor.
Bu yapıların en önemlisi ve Müftüoğlu’nun da 30 yıldır kitaplarında, yazılarında ve konuşmalarında dikkat çektiği “Neo-Nurculuk” adını verdiği örgüt, işte bu yöntemleri kullanarak yıllarca Müslümanların zihinlerini ve iradelerini sömürgeleştirdi, 15 Temmuz gecesinde de tarihte görülen en büyük ihanetlerden birisini yine buradan aldığı güçle gerçekleştirdi. Halkın bu zorbalığa cevabı çok önemliydi. Fakat bu cevabın, entelektüeller, düşünürler ve devlet adamları tarafından, her birinin kendi alanlarında ortaya koyacakları eserlerle daha önemli noktalara taşınması gerekir. Bu fikirsel altyapı ve bu gelenekle hesaplaşılmadıkça, yeni 15 Temmuz facialarının yaşanmayacağından emin olamayız.
Bilinç ve teyakkuz nöbeti tutmak
Müftüoğlu, bir önceki kitabı Putlarını Kıramayan Kabileler’de, Müslümanları esir alan, bilincimizi körelten; milliyetçilik, mezhepçilik, hizipçilik, modernizm, sekülerizm gibi “putları” ele almıştı. Yeni kitabında da, bir türlü kıramadığımız bu putlara geniş şekilde değinen Müftüoğlu, başımıza gelen felaketlerden kurtuluşun ancak bir bilinç mücadelesi vermekle mümkün olabileceğini savunuyor.
Atasoy Müftüoğlu, çok defa dile getirdiği üzere, yaşadığı çağa karşı tanıklığını ve sorumluluğunu yerine getirmek için yazan bir büyüğümüz, ağabeyimiz. Bugüne kadar yayınlanan 30 civarında kitabının tümünde bir “bilinç ve teyakkuz nöbeti” tutan Müftüoğlu, her bir kitabıyla bizi, yaşadığımız çağın tehlikelerine karşı uyarıyor ve dikkatli davranmaya davet ediyor. Umulur ki hepimiz, ihtiyaç duyduğumuz zihinsel direnişi hakkıyla gerçekleştirebiliriz.