Demlik Dergisi, Sayı: 4 / Mart 2014
Röportaj: İsmail Kaplan
Eskişehir’de çıkan ve geniş çapta ses getiren dergiler maalesef ki fazla değil, saysak belki bir elin parmaklarını geçmez.
Bu dergilerden birisi, belki de en önemlisi, 1971 yılında yayın hayatına başlayan ve 14 sayı çıkan Deneme Dergisi. Bugün kültür, sanat, edebiyat ve siyaset hayatında ismini sıkça duyduğumuz birçok kişi, henüz ilkokul ve lise çağlarındayken Deneme Dergisi’nde yer alıyordu. Bu ekibi çevresinde toplayan Atasoy Müftüoğlu ile Deneme Dergisi’ni konuştuk.
Deneme Dergisi ne zaman ve nasıl ortaya çıktı?
1970’li yıllarda bizim Eskişehir’de daha çok genç arkadaşlarla bir arada olmak, onlarla birlikte dünyayı takip etmek, birlikte sorumluluk almak, birlikte yürümek, genç arkadaşların dünyalarının genç bir zamana ve mekâna uyanışını sağlamak amacına yönelik olarak temaslarımız vardı. Her eğilimden gençlerle özellikle lise çağındaki gençlerle görüşüyorduk.
O zaman zaten burada üniversite yoktu, sadece İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi (1982’de Anadolu Üniversitesi İİBF’ye dönüştü. İ.K.) vardı. Burada Diriliş Grubu diye bir grubumuz vardı. Fakat lise çağındaki arkadaşlarla daha çok edebiyat ve sanat bağlamında ilişkilerimiz vardı.
Burada Postane Sokak’ta cemaat evi diye anılan bir evimiz vardı. Evimiz 24 saat hayata açık bir evdi. Her düzeyden öğrencinin rahatlıkla gidip gelebileceği, mutfağında yemek çıkarılan bir yerdi. Bir odamız misafir odasıydı. Bu misafir odasında Türkiye’nin aşağı yukarı bütün entelektüelleri dönüşümlü olarak kimi zaman misafir oldular. Orada her akşam sohbetler yapılıyordu. O sohbetleri çoğunlukla ben yürütüyordum. Rasim Özdenören bir dönem kültür bakanlığında müfettişti, bir teftiş sırasında burada kaldı. İsmet Özel’in İslâm’ı seçtiği günlerde bir hafta kadar burada misafir edildiğini hatırlıyorum. Tüm dünyadan misafirlerimiz vardı. Ama gençlerle ilgimiz daha çok sanat-edebiyat bağlamında belirlenen bir ilişkiydi.
70’ler evin en yoğun olduğu dönemdi. 1971’de evdeki bu çalışmaların bir dergiye dönüştürülmesi yönünde bir arzu hâsıl oldu. Arkadaşlar bu konuda çok istekliydiler. Nabi Avcı, Ahmet Kot, Haydar Ergülen, Bekir Şahin, Ufuk Uyan gibi birçok arkadaş o zaman lise çağındaydılar. Derginin içeriğiyle ilgili daha çok Nabi Avcı’nın tayin edici bir rolü vardı. O, Veysel Vedat imzasıyla şiirler yayınladı. Derginin sorumluluğunu o zaman Akademi’de öğrenci olan bir arkadaşımız, Sadık Ayaz yüklendi. Ben ve Alaaddin Gül, Allah ona rahmet etsin, derginin mali yükümlülüklerini üstlendik. Ben dergide Salah Buhara imzasıyla yazılar yazdım. Aynı zamanda Nevzat Adil imzasıyla edebiyat eleştirileri yazdım.
Bu kadar yetenekli genç insan nasıl bir araya geldi?
O zaman daha çok Eskişehir Anadolu Lisesi’nde (O zamanki ismiyle Maarif Koleji. İ.K.) çok değerli hocalarımız vardı. Rahmetli Cevat Ülger (Reşadiye Camii’nin de mimarıdır aynı zamanda. Ö. 1977. İ.K.) bunların başında gelir. Resim hocasıydı ama eksantrik bir zattı. Hiçbir zaman statükocu olmayan, hiçbir sınıra riayet etmeyen, gerçek anlamda bağımsız, bu bağımsızlığının da bütün risklerini üstlenen birisiydi. Orada Abdurrahman Turan isimli, o da rahmetli oldu, bir arkadaşımız vardı. Bu arkadaşlarımızın yönlendirici etkileri oldu bu arkadaşlarla birlikte olmak için.
Ben o zaman Eskişehir Belediyesi’nde yazı işlerinde çalışıyordum. Derginin ilk dönem bürosunu bizim ofis olarak kullandık. Dosyalar, yazılar bana geliyordu, ben orada daktilo ediyordum. Daha sonraki aylarda Hamamyolu üzerinde bir mekânımız oldu. O mekânda sık sık dergiyle ilgili buluşmalar oluyordu.
Hüseyin Atlansoy o zaman ilkokul öğrencisiydi. Hamdi Cen diye bir arkadaşımız vardı, onun da dergide şiirleri yayınlanıyordu. Onlar dergiyi postaneye getirir ve dağıtımını yaparlardı.
Dergi hiçbir zaman yerel bir dergi olmayı kabul etmedi. Yani dergi yerel sınırları aşan bir ufuk sahibi olmak istiyordu ve bunu başardı. Çünkü belki Türkiye’de ilk kez yerel sınırlar içinde çıkan bir dergi, o yılın bütün yıllıklarında çok takdir görerek yer aldı. Mesela Nesin Vakfı yıllığında bile yer aldık. Varlık yıllığında bile yer aldık. O dönemde Ankara’da yayınlanmakta olan Edebiyat ve Mavera dergileriyle de ilişkilerimiz oldu.
Bu kadar genç arkadaşın bir araya gelmesi öncelikle bu Anadolu Lisesindeki yoğunlaşmaydı. Tabi diğer liselerden de arkadaşlar vardı, Haydar Ergülen Atatürk Lisesi’ndeydi. Keza Bekir Şahin, daha sonra Ağaç Yayınlarının kurucusu olmuştu, o da lise öğrencisiydi. Hüseyin (Atlansoy) de bahsettiğim gibi henüz ilkokul öğrencisiydi.
Eskişehir’in o dönemdeki kültürel hayatı nasıldı?
Eskişehir’in o dönemki kültürel hayatı denildiğinde daha çok resmi kültür bağlamında her şey ifadesini buluyordu. Bizim dışımızda öyle bağımsız herhangi bir kültürel-entelektüel etkinlik, hele ki İslâmî bağlamda böyle bir etkinlik söz konusu değildi. Ama resmi bağlamda belki milliyetçi, sentezci, Anadolucu, Türk-İslam sentezcisi bağlamında bir takım etkinlikler vardı. Ama bütünüyle kendisini İslam’a nispet eden bizden başka bir çalışmayı ben hatırlamıyorum.
Deneme Dergisi Eskişehir’de nasıl bir yankı buldu? Diğer şehirlerden nasıl tepkiler aldınız?
Diğer şehirlerden olumlu yankılar oldu. Mesela biz Malatya’dan Metin Önal Mengüşoğlu’nun ilk şiirlerini yayınladık. Yalova’dan Kamil Eşfak Berki’nin ilk şiirlerini yine biz yayınladık. Cumali Ünaldı Hasannebioğlu’nun yazılarını yayınladık. Bu şu anlama geliyor, Derginin oralarda yankıları vardı, yani takip ediliyordu. Pek çok ilden, Erzurum’dan, Sinop’tan katkılar oldu. Böyle pek çok arkadaşımızın da yazılarını yayınlamış olduk. Yani dergi, Türkiye’nin merkezi illerinde dağıtımı yapılan bir dergiydi. Bu sadece dergi-okur ilişkisi olmaktan çıkarak, aynı zamanda dergi-yazar ilişkisine dönüştü. Özellikle edebiyat bağlamında, şiirlerini ve denemelerini Deneme Dergisinde değerlendiren arkadaşlarımızla temas imkânı verdi.
Keza o dönemde yine Eskişehir’de böyle bir derginin çıkıyor oluşunu biraz merakla ve hayretle karşılayan Dergâh Dergisi, o zamanki ismiyle Hareket Dergisi, Mustafa Kutlu ve Ezel Erverdi başkanlığında bir heyetle bizi merak ettikleri için buraya geldiler. “Kim bu adamlar?” sorusuna cevap bulmak için buraya geldiler. Daha sonra onlarla özellikle derginin İstanbul’da basılması konusunda yardımlaşmalarımız oldu. Yani derginin fevkalade ilginç bir okur ve yazar kadrosu oluştu.
Sonraki dönemde neler oldu?
Dergi 14 sayı Eskişehir’de çıktıktan sonra arkadaşlarımız liseyi bitirdiler. Kimisi İstanbul’a, kimisi Ankara’ya öğrenci olarak gittiler. Ankara’ya öğrenci olarak giden arkadaşlarımız ki çoğu ODTÜ’ye gitmişlerdi, orada Gelişme Dergisi ile yayınlarını sürdürdüler. Daha sonraki dönemlerde pek çok arkadaşımızla birlikte kimimiz Edebiyat’ta Nuri Pakdil’le beraber, daha sonra Mavera’da Rasim Özdenören, Alaaddin Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Akif İnan ve diğer arkadaşlarla birlikte olduk. Bu Deneme’de ilk ürünlerini yayınlayan arkadaşlardan çoğu daha sonraki dönemlerde çevirileri ve şiirleriyle aynı zamanda Diriliş’e de katkıda bulundular.
Dolayısıyla şöyle bir değerlendirme yapılabilir, buradan yetişen bu arkadaşlar evrensel bir ufka, bilince, duyarlılığa, edebiyat ve sanat algısına sahiptiler. Kendilerini herhangi bir yerelliğe ve ufuksuzluğa mahkûm etmediler. Hizip adamı olmadılar. Hiçbir etnik aidiyetle kendilerini izah ve ifade etmediler. Mesela o dönemde Haydar Ergülen’in bizim aramızda yer almasının hala çok olumlu etkileri var. Haydar Ergülen hem solcu, hem alevi olmasına rağmen hala İslami çevrelerle çok doğrudan ve çok samimi ilişkiler içerisindedir. Bu tür izlenimler anlatabilirim.
Edebiyat faydalı bir ilim midir sizce? Faydalı ise neyi aşınca faydasız hale gelir?
Edebiyatın her şeyden önce içinde yaşadığımız döneme, çağa, tarihe tanıklık etmesi gerekir. Edebiyat bizim kişisel fantezilerimizden ibaret bir disiplin olarak algılanamaz. Kitab-ı Kerim’de İslâm’ı en güzel dille, en güzel yöntemlerle ve davranışlarla ifade etmemiz istenir. Biz pekâlâ kendi dünya görüşümüzü ve hayat tarzımızı edebiyat yoluyla açıklayabiliriz. Edebiyat yoluyla demek, en güzel yollarla demek.
Şunu hatırlamak da icab eder, İslam’ın ilk döneminde Bağdat’ta camilerde edebiyat adamlarının kürsüleri vardı. Bugün herhangi bir camide bir edebiyat adamının kürsüsü olamaz. Bu şu anlama geliyor, bugün çok daha bağnaz ve ilkel bir tarih döneminde yaşıyoruz. Geçmişte camiler bugün bizim sivil toplum olarak adlandırdığımız şeyin karşılığıydılar. Cami, hayatın nabzını tutuyordu. Yani sivil toplum dediğimiz gerçeklik, toplumla devlet arasında ilişki kuran bir irade demek. İslam’ın ilk dönemlerinde toplumun taleplerini, beklentilerini, eleştirilerini, iktidar ilişkilerini camiler yansıtıyordu. Dolayısıyla hayatın içinde, toplumun bilincinde, zihninde ve kalbinde bir edebiyat ilgisinin olduğuna delalet ediyor camilerde edebiyat kürsülerinin olması ve edebiyat adamlarının oralarda konuşması. Dolayısıyla bizim kültürümüz edebiyata yabancı değil.
Edebiyata şöyle bir bütünlük içerisinde bakmalıyız. Bizler Müslümanlar olarak mademki hayatın bütününe ilişkin bir sorumluluğa sahibiz, o halde hayatın bütün renklerine, boyutlarına ve bağlamlarına açık olmamız gerekiyor. İslâm nasıl iman, itikad, amel, fıkıh ve siyaseti içeriyorsa, o ölçüde estetiği de içeriyor, o ölçüde edebiyatı da içeriyor. Hayatın bir nesir boyutu olduğu gibi bir de şiir boyutu var. İslam bunların bütünlüğünü temsil eden şeyin adıdır. Bunun için edebiyat sadece bizim bireysel tutkularımızın ve fantezilerimizin yansıması değil; edebiyat aynı zamanda hayata, düşünceye, dünyaya, siyasete, mücadeleye ve savaşa katılan bir disiplin olmalıdır.
Sizin döneminizde dergiler nasıl bir rol üstlenirdi, günümüzde dergiler önemli roller üstlenebilir mi?
Eğer dergiler kendilerini tekrar ediyorlarsa yeni bir şey üstlenmeleri mümkün değil. Bugün biz küresel çağda yaşıyoruz. Küresel çağda yaşamak demek, küresel alanlara açık olmak demek. Bugün bu sanal dünya, elektronik dünya, her ürünün, her üretimin dünya ölçeğinde yankılanması, etki uyandırması anlamına geliyor. Yani her ürün dünya ölçeğinde bu elektronik medya aracılığı ile pazarlanabiliyor.
Buradan şöyle bir sonuç çıkıyor: Bugün dergiler eğer çıkmaya devam edeceklerse, kendilerini bütün insanlığın ilgisini çekebilecek yoğunlukta ve nitelikte inşa etmek zorundalar. Yani yerel, etnik, mezhepçi sınırla hapsetmeden, bütün bir insanlığın kalbine, zihnine, bilincine nüfuz edecek şekilde bunu yapmalılar. Bugün maalesef böyle bir şeyden bahsedemiyoruz. Çünkü kimi dergiler daha çok ulus devlet sınırlarına kendilerini hapsetmiş durumdalar, kimileri etnik sınırlara kendilerini hapsetmiş durumdalar, kimileri mezhepçi sınırlara kendilerini hapsetmiş durumdalar. Buradan bir gelecek çıkmaz. Bu tür sınırlamalar içerisinde kendilerine gelecek arayanlar, bunlarla sınırlı bir gelecek bulacaklardır kendilerine. Dolayısıyla dergilerin evrensel bir ufku, bilinci, perspektifi olmalı, dergiler hiç kimsenin etnik aidiyetiyle, mezhepçi aidiyetiyle, ulusal aidiyetiyle ilgilenmemeli, insanlık çapında yankısı olabilecek bir duyarlılığın ifadesi ve sesi olmalıdır.
Bu güzel söyleşi için çok teşekkür ederiz hocam.
Yolunuz, gönlünüz, ufkunuz açık olsun.