İçeriğe geç

Nokta

Demlik Dergisi, Sayı 8 / Nisan 2015

İsmail Kaplan

İlm kesbiyle pâye-i rif’at arzu-yı muhâl imiş ancak

Aşk imiş her ne var âlemde, ilm bir kîl-ü kâl imiş ancak

Fuzulî

Hepimiz hayatımızın ciddi bir bölümünü ilim tahsiline ayırıyoruz. Daha sokakta oyunlar oynayacağımız çağda bizi elimizden tutup okula bırakıveriyorlar. Sonra ver elini okul, dershane, kurs, özel ders ve daha nicesi. Kendimizden ağır, boyumuzdan büyük çantaları taşımaktan kambur oluyoruz. Sınavlara giriyor, en yakın arkadaşlarımızla rekabet ediyoruz. Sırf ilim tahsili için.

Yukarıdaki paragrafa minik bir şerh düşmek durumundayım: Bütün bunlar ne kadar ilimden sayılırsa.

Hz. Ali’nin veciz sözü her zaman zihnimde döner durur: “İlim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı.” Binlerce yıllık insan bilgisinin birikimini düşünelim bir an. Hadi onu geçelim, sadece son yüz yıllık dönemde gelişen teknolojiye, keşiflere, yazılan kitaplara, makalelere bakalım. Amacımız ne? Aradığımız ne? Umduğumuz ne? Bulduğumuz ne? Bir noktadan bunca keşif ortaya koyacak kadar cahillik etmemize sebep ne?

Cehaletimizden ötürü, bir noktadan ibaret olan hakikatin kendisini çoğaltıyor, genişletiyor ve parçalara bölüyoruz. Konuşuyor, çok konuşuyoruz. Araştırmalar, analizler, tartışmalar yapıyor fakat bir arpa boyu yol alamıyoruz. Çünkü ilimin sadece bilgiden ibaret olmadığını unutuyoruz. Bu davranışlarımızla da ancak cehaletimizi artırmış oluyoruz.

Maalesef biz bildiklerimizin kölesi oluyoruz. Bildikçe daha fazla bilmek için çabalıyoruz. Bu tekâsür çağında her şeyi biriktirdiğimiz gibi bilgiyi de biriktiriyoruz. Kitaplıklarımızı dolduruyor, zihnimizi taşırıyoruz. Kitaplar okumaktan gözlerimiz bozuluyor, dengemiz şaşıyor. Peki, o noktadan ibaret ilime ne kadar yaklaşıyoruz, yaklaştığımızı hissediyor muyuz?

Aslında tüm bu çabaların altında yatan sebebin aynı olduğunu ne zaman fark edeceğiz?

İnsan büyük bir arayış içerisindedir. Bu arayışı “gerçek” veya “hakikat” diye tanımlayabiliriz, belki de başka bir kelime ile. O hakikat ise Hz. Ali’nin kastettiği “nokta”dır. Âlim olanlar bunun farkındadır. O noktaya ermenin yolu ilimleri çoğaltmak değil, aşkı çoğaltmaktır. Ali Şeriati’nin İnsanın Dört Zindanı’nda yaptığı beşer-insan ayrımına dayanarak, insan yanımızı çoğaltmaktır. Bu olmadan ilim, Fuzulî’nin dediği gibi boş sözden ibaret kalır.

Fethi Gemuhluoğlu “beyefendiler, günahlarınız bile şevk içinde olsun, eğer günah işleyecekseniz. Şevki seçiniz. Aşkı seçiniz.” derken; Cahit Zarifoğlu “Aşk ki bizim berrak gökdelenimizdir” derken; Erdem Bayazıt “Aşkın bir adı da yorulmamaktır” derken bunu kastediyor olmalılardı. Biz ise bugün bu satırları âşık olduğumuz kıza/erkeğe Whatsapp’tan yazmak amacıyla kullanıyoruz. Çünkü hakikat arayışını bir kenara bırakmışız. İlimin bir noktadan ibaret olduğunu söyleyen kişi, İlim Şehrinin Kapısı Hz. Ali olmasa, onu dahi cahillikle suçlayacağız. Çünkü ilim, çağımızın putlarından bir tanesi ve ona bu tür suçlamalarda bulunmak ancak “cahillere” mahsus. Çünkü biz kitaplar okuyoruz. Kitaplıklarımız, kütüphanelerimiz tıka basa dolu. Zihnimiz de öyle.

İşte bu yüzden kendimizi, zihnine aforizmalar yüklenmiş ayaklı kitaplar gibi hissediyoruz. Karşımıza çıkan soruya/soruna en uygun cevabı zihnimizdekiler arasından seçip ortaya koyuyoruz. Bunu makinelerin bizden çok daha iyi şekilde yaptığının farkında bile değiliz.

Bizi makineden ayıran ne öyleyse? Söz dizimini bizden çok daha iyi yapan makinelerle bu konuda rekabet edemeyiz. Sözcüklere anlam yükleyen zihinlerimizi ve gönüllerimizi hakikati aramak yerine veri deposu olarak kullandıkça makinelerden farklı bir yaşantımız da olmayacaktır. Belli işlemler ile belli sonuçları veren sıradan makineler. Belki Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sındaki gibi insanlar… Oysa bir kalbimiz var ve onu tanımalıyız.  Onu tanımadan, bildiklerimiz sadece yığınlardan ibaret olacaktır.

Tarih:Fikriyat